17 Temmuz 2012 Salı

Dönüş Yolunda


Ve Temmuz' un on beşi... Bizim için bir haftayı aşan rüya gibi bir yolculuğun bitimi demekti. Son durak Bursa' dan yavaş yavaş demir almak gerekti. Aslına bakarsanız Bursa' da çok fazla keşif yapmaya çalıştığımızı söylersek yalan olur. Zira burada daha dingin daha tatil daha rahat birkaç gün geçirdik. İyi de oldu yoksa tüm yorgunluğu İstanbul' a bırakırsak halimiz yamandı...




Bursa' daki ev sahibimiz Ahmet Semih, son gece evde kalmayıp geceyi arkadaşlarında geçirdiği için sabah sessiz sedasız evden ayrılıp Görükle' de kahvaltı yapılabilecek en güzel mekanlardan biri olan Abişoğlu' na geçtik. Burada Akın' ın üniversiteden oda arkadaşı Mustafa ile kahvaltı yaptık. Mustafa, insanın hayatında rastlayabileceği ender güzellikteki insanlardan. Kahvaltı sonrası sıra vedalaşmaya gelmişti: Mustafa' ya, misafirperver Ahmet Semih' e, Gülay' a, Pınar' a, Görükle' ye... veda ettik. Yollara düştük yine.

DD: Bursa' ya veda etmeye hazır mısın?
AÖ: Ben Bursa' yla vedalaşalı çok oldu.

İnsanın hayatında önem verdiği, özel bir yere koyduğu şehirler vardır. Bursa da onlardan biri Akın için. Tam manasıyla kendi ayaklarının üzerinde durmaya başladığı, yıllara meydan okuyan dostluklar kazandığı, en deli çağlarını yaşadığı yer Bursa. Dolayısıyla bu yolculuk esnasında geride bıraktığımız diğer yerlere hiç benzemiyor daha hüzünlü gitmek bu defa...

Dönüş yolunda ilk olarak cevaplamamız gereken bir vardı: İstanbul' a feribotla mı yoksa karayoluyla mı geçelim? Tabi ki de iki seyyaha yakışır biçimde karayolunu seçtik...

Yol boyunca belki farklı ve güzel yerler görürüz diye gözümüzü kahverengi tabelalardan ayırmadık hiç.

Bursa denilince akla gelen ilk şeylerden biri olan kestane şekeri satan birini görüyoruz yol kenarında ve hemen orada durup kestane şekerimizi alıyoruz...



Sonra Gemlik' ten geçerken sahili pek bir şirin göründü gözümüze ve birer çay içmek için orada mola veriyoruz. Dalgakıranlarda gezindik ama çay içebileceğimiz güzel bir yer bulamadık, ahh nerede o sahildeki köy kahveleri? Gemlik' e gelmişken yolculuğumuz sırasında çok fırsat bulmamıza rağmen yapmadığımız bir şeyi daha yaptık. Zeytin ve zeytin yağı alıp bagaja atıyoruz 'souvenir' niyetine.




Gemlik' ten sonra Orhangazi' ye varıyoruz ve İznik yol ayrımını görüyoruz. E buraya kadar gelmişken görmemek olmaz deyip giriyoruz içeri... İznik Gölü eşlik ediyor bize yol boyunca... İznik' e varmadan daha Boyalıca köyü var. Orada bir çeşme görüp duruyoruz. Çeşmenin ardında köy kahvesi onun ardında da İznik gölü yer almakta. Şapkalı kimseler buraya pek uğramıyor olsa gerek, zira hemen dikkatleri üzerimize çekiyoruz yine ve iki amca bizi masalarına çağırıyor. Yanlış anlaşılmasın masa masa dolaşmak ve her masadaki insanları şenlendirmek bizim tarzımız değil. Amca sevimli amcaları kıramadık işte.


Çaylar geliyor ve muhabbete başlıyoruz. Nereden gelip nereye gittiğimizi anlatıyoruz amcalara ve neler yaptığımızı. Onlar da bize tam yerine denk geldiğimizi, İznik' in bize göre bir yer olduğunu söylüyorlar.

Osman amca yıllarca Gaziosmanpaşa Yeşilpınar' da yaşamış - ki dükkanı okullarımıza çok yakın- emekli esnaf. Mehmet amca ise meslektaşımız, emekli matematik öğretmeni. Mehmet amca emekli olmuş falan ama hala öğretmen hala eğitimci. 'Ben şimdi size anlatıcam siz de yazacaksınız ki bu sıraya göre gezin İznik' i diyor ve başlıyor anlatmaya. Hatta zaman zaman içindeki öğretmen yeniden açığa çıkıp not alan Akın' a diyor ki ''Satır başı yap...'' İznik' i çok övdü amcalarımız, Haçlı savaşlarından hem Roma hem Selçuklu hem Osmanlı zamanında önemli şehir olmasından tarihi kalıntılardan falan, ikinci bir Bergama olabilir mi diye düşünmedik değil. Notumuzu aldıktan sonra çaylar için teşekkür edip yola koyulduk. 


İlk olarak Yeraltı Mezarları ve Merdivenli kaya isimli tarihi kalıntıları bulalım dedik ama bulduğumuz şeyle ummuduğumuz şey tamamen farklıydı. Görmesek de olurmuş. Zaten Yeraltı mezarı diye aradığımız damdan bozma yer için araba toza bulandı, yolu bulamadık bir traktörün şoföründen yardım istedik, sonra ıssız bir yerde kendi imkanlarımızla arabayı yıkadık.











Sonra İznik' e geldik ve ikinci bir hayal kırıklığı... Evet tarihi bir yer lakin ne yazık ki burası yeterince değerlendirilememiş turizm için. Müzeyi gezdik içerisinde oldukça değerli parçalar var mesela MÖ 3000 yılına kadar giden küp ile gömülmüş insan kemikleri... Pek çok eserle ilgili hiçbir şeyin anlatılmaması da müzenin ayıbı adeta. Oldukça geniş surlar ve surların kapıları mevcut İznik' te, Yeşil Camii var Candaroğullarından kalma galiba içerisinde hiç çivi kullanılmamış, Aya Sofya Kilisesi var artık cami olarak kullanılan... Bizim göremediğimiz ilk Osmanlı üniversitesi olduğu söylenen İbrahim Paşa Medresesi ki şimdilerde kafe tarzı bir yer olmuş, çini atölyeleri, Roma tiyatrosu, türbeler vs varmış...


















İznik' ten sonra yine o güne kadar yapmadığımız bir şeyi yapıp ilk defa otostopçu aldık arabaya: sınava girdiği için kendilerini üniversiteli sayan iki genç... Heveslerini kırmadık... Orhangazi' ye kadar bize eşlik ettiler.

Yalova' da yol kenarında ev yemekleri satan bir yerde karnımızı doyurduk.



Kocaeli' ne geldiğimizde fondaki şarkıdan birkaç satır:

''Neylesin denizler, neylesin dağlar?
Sen yola çıktın da yol mu kestiler?''


                                        

                                 


Sonrası malum, sonrası İstanbul... Sonrası geri dönüş... Sonrası yeniden yalnızlık...




                                      


















































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder