24 Temmuz 2012 Salı

Veni, Vidi, Vici *

* Geldim, gördüm, yendim

okurken müzik ister misiniz? 
Siz bu satırları okurken biz bizden çok uzaklarda size ise çok yakın bir yerlerde metropol hayatının monotonluğuna karışmış olacağız… Evet yanlış duymadınız, her güzel şey gibi dillere destan seyrüseferimizin de sonuna gelmiş bulunmaktayız. Tatil değildi bu, gezi ise hiç değildi, bunu bir çeşit iç turizm faaliyeti olarak adlandırmak da yanlış olacaktır; zira bu başka bir şeydi… Bir hafta boyunca biz de biz değildik zaten…
Yeri geldi yol kenarındaki köy kahvelerinden birinde köylü amcaların ‘Biri gelse de anlatsam’ diye beklediği hikayelerini dinledik, yeri geldi Yörük bir ninenin şerrinden korunmak için hiç işimize yaramayacak tahta kaşık aldık, yeri geldi adalara giden bir vapurda uykuya daldık, yeri geldi bir traktörün peşine takılıp yolumuzu aradık…
Bir gece vakti canlı canlı inek doğumu görmek için ahıra koşan da bizdik, deve sahibi bir ağabeyin yol tarifini yanlış anlayıp da insanların yürüyerek bile zor gittiği yerlerde deniz arayan da… Eşsiz dostlarla yapılan akşam sohbetlerimiz de oldu kır düğününde gökyüzüne dilek feneri uçurtmalarımız da… Her şeyden biraz gördük her şeyden biraz tattık ve her şeyden biraz yaşadık…
On farklı ilin sınırından geçti yolumuz: İstanbul, Tekirdağ, Edirne, Çanakkale, İzmir, Manisa, Balıkesir, Bursa, Yalova, Kocaeli… Her birinde onlarca anı onlarca yaşanmışlık onlarca mutluluk… Her gittiğimiz yerde ne yapılması gerekiyorsa yaptık, ne görülmesi  gerekiyorsa gördük ve ne yenilmesi gerekiyorsa yedik… Tekirdağ’ da köfte, Baba Burnu’nda kalamar, Bergama’ da Çığırtma, Ezine’ de peynir, Susurluk’ ta ayran, Bursa’ da İskender ve yol boyunca daha nice lezzet…
Yola çıkmadan evvel aklımıza çizdiğimiz güzergaha tamamen uyduk, hatta buna ek olarak tamamen şansımız yaver gittiği için oldukça güzel yerler de bulduk: Ayazma, Bergama, Koruköy, Güneyli… Yol boyunca kahverengi hiçbir tabeladan çekinmeden üzerine gittik. Ülke olarak bu hususta ciddi bir potansiyelimiz var lakin ya adını duyuramamışız ya da yeterince koruyamamışız.
Ha bir de ne fondan müziğimizi eksik ettik ne de arka koltuktan bir buçuk litrelik sularımızı, onlar olmasa yapamazdık biliyorum… Sonuç olarak güzeldi, özeldi ve iyi ki… Böyle bir fırsat eline geçtiğinde dostlar mutlaka bu işe girişmeli: etrafındakilerin kıymetini daha iyi anlıyor insan, hayatta yalnız olmadığının farkına varıyor ve mutluluğunun aslında çok kolay ve basit yollarla elde edilebileceğini görüyor…
Bitirmeden gezimiz boyunca bizi blogtan takip eden tüm arkadaşlarımıza, yol boyunca soluklanmak için uğradığımız dostlara,  bu vesileyle tanıştığımız bütün güzel insanlara teşekkürü borç biliriz.
Son olarak blogtan bizi takip eden arkadaşlara bir sürprizimiz olacak demiştik. Sürpriz şu ki: blogta yapacağımız ankete katılıp, gezinin en güzel fotoğrafını oylayan arkadaşlarımızdan seçtiği fotoğraf en beğenilen olanlar arasında yapacağımız çekilişi kazanana seçtiği fotoğrafı  güzel bir çerçevede duvarınıza bu özel süreci de anımsatacak şekilde hediye edeceğiz… Ankete katılımınızı bekliyoruz.

(Anket resimlerin en altında link ile verilmiştir. Ankette oy verebilmek için resimlerin isimlerini aklınızda tutmanızı öneririz)
Sevgiler & Saygılar…
 A & D

Küskün



Berrak

 Saklı Güzellik


Günbatımı


Özgürlük penceresi

Çoban


Uzak & Yakın


10 numara Salıncak

Meyve Bahçesi


Yeşil Tünel


Minik Ayazma


Bitmesin Yollar

Asyanın En batısı


Morcivert

The Manzara


 Yalnızlık Kapısı



Taş Duvar



 Köy güzeli


Şırıl Şelale

Gecenin Aydınlığı

 anket için buraya tıklayabilirsiniz

( ankette oy kullandıktan sonra buraya ad soyad olarak ve bir de tercihinizi söyleyen bir yorum bırakırsanız hediyenin size gelmesi kolay olacaktır) Bol Şans..


 Son olarak ,blog'umuza serüvenin başından itibaren 2000'i aşkın ziyaret olmuştur. Evet doğru okudunuz "iki bin"...
Bu süreçte bizimle olduğunuz için teşekkürlerimizi sunmayı bir borç biliyoruz. Teşekkürler...



 

21 Temmuz 2012 Cumartesi

Rastgele

İstanbul' a varışımızın ertesi günü...


Dillere destan bir kaçışın ardından sendromsuz bir pazartesi yaşamaktaydık. Yine de kısa bir süre içinde birbirinden farklı o kadar çok güzel şey yaşayınca insan haliyle sıkılıyor. İstanbul' dan... Evden... Şehrin gürültüsünden... Kalabalıktan...

Bu sefer de daha önceden planladığımız bir şeyi yapalım diyoruz ve AD birlikteliği İstanbul' da da devam etsin istiyoruz -zira birkaç gün sonra zaruri ve birkaç saat bile ayrı kalamayan biz için bayağı uzun bir ayrılık olacak- Hem bu defa yanımızda Ziya Demir de var: İki öğretmen yetiştirmiş, emekle yapılan her işi seven ve AD yollarda işini canı yürekten destekleyen biri o...




Daha önceden bir iki defa huzur bulmak için geldiğimiz FSM köprüsünün alt kısmına bu defa balık tutmak için geliyoruz... O kadar güzel bir yer ki burası civarda yaşayan insanların burada zamanı durmuş gibi hissetmesi gerek, aksi bizce anormal olur...



Üçümüzün de geçmişten gelen bir balık tutma tecrübesizliği var... Ama olsun bu bizi yıldırmıyor. Alıyoruz oltayı elimize, sahildeki bu işin erbabı olan amcaya misinayı ve kurşunu taktırıyoruz, ardından onun ilk atışı yapmasını seyrediyoruz...

Dersimize çalıştıktan sonra DD alıyor oltayı eline ve atıyor denize... Dilimizde rastgele...


Bir, iki, üç derken... Attıkça atıyor ve tuttukça tutuyor DD... Sağdan soldan ''Denizi kuruttun be abi!'' sesleri... Eline aldığı her işi layığıyla yapan biri için bu da çok kolay oluyor ve ilk hedefi keyif almak olan bizler, birkaç saat sonunda iki büyük su şişesini doldurup evin yolunu tutuyoruz... Sonrası ziyafet... Sonrası mutluluk...
 

Ve günün sonunda soluğu her güzel günün bitiminde olduğu gibi Nisan Kafe' de alıyoruz... Gelsin elmalı nargileler... Dostluğumuza...


17 Temmuz 2012 Salı

Dönüş Yolunda


Ve Temmuz' un on beşi... Bizim için bir haftayı aşan rüya gibi bir yolculuğun bitimi demekti. Son durak Bursa' dan yavaş yavaş demir almak gerekti. Aslına bakarsanız Bursa' da çok fazla keşif yapmaya çalıştığımızı söylersek yalan olur. Zira burada daha dingin daha tatil daha rahat birkaç gün geçirdik. İyi de oldu yoksa tüm yorgunluğu İstanbul' a bırakırsak halimiz yamandı...




Bursa' daki ev sahibimiz Ahmet Semih, son gece evde kalmayıp geceyi arkadaşlarında geçirdiği için sabah sessiz sedasız evden ayrılıp Görükle' de kahvaltı yapılabilecek en güzel mekanlardan biri olan Abişoğlu' na geçtik. Burada Akın' ın üniversiteden oda arkadaşı Mustafa ile kahvaltı yaptık. Mustafa, insanın hayatında rastlayabileceği ender güzellikteki insanlardan. Kahvaltı sonrası sıra vedalaşmaya gelmişti: Mustafa' ya, misafirperver Ahmet Semih' e, Gülay' a, Pınar' a, Görükle' ye... veda ettik. Yollara düştük yine.

DD: Bursa' ya veda etmeye hazır mısın?
AÖ: Ben Bursa' yla vedalaşalı çok oldu.

İnsanın hayatında önem verdiği, özel bir yere koyduğu şehirler vardır. Bursa da onlardan biri Akın için. Tam manasıyla kendi ayaklarının üzerinde durmaya başladığı, yıllara meydan okuyan dostluklar kazandığı, en deli çağlarını yaşadığı yer Bursa. Dolayısıyla bu yolculuk esnasında geride bıraktığımız diğer yerlere hiç benzemiyor daha hüzünlü gitmek bu defa...

Dönüş yolunda ilk olarak cevaplamamız gereken bir vardı: İstanbul' a feribotla mı yoksa karayoluyla mı geçelim? Tabi ki de iki seyyaha yakışır biçimde karayolunu seçtik...

Yol boyunca belki farklı ve güzel yerler görürüz diye gözümüzü kahverengi tabelalardan ayırmadık hiç.

Bursa denilince akla gelen ilk şeylerden biri olan kestane şekeri satan birini görüyoruz yol kenarında ve hemen orada durup kestane şekerimizi alıyoruz...



Sonra Gemlik' ten geçerken sahili pek bir şirin göründü gözümüze ve birer çay içmek için orada mola veriyoruz. Dalgakıranlarda gezindik ama çay içebileceğimiz güzel bir yer bulamadık, ahh nerede o sahildeki köy kahveleri? Gemlik' e gelmişken yolculuğumuz sırasında çok fırsat bulmamıza rağmen yapmadığımız bir şeyi daha yaptık. Zeytin ve zeytin yağı alıp bagaja atıyoruz 'souvenir' niyetine.




Gemlik' ten sonra Orhangazi' ye varıyoruz ve İznik yol ayrımını görüyoruz. E buraya kadar gelmişken görmemek olmaz deyip giriyoruz içeri... İznik Gölü eşlik ediyor bize yol boyunca... İznik' e varmadan daha Boyalıca köyü var. Orada bir çeşme görüp duruyoruz. Çeşmenin ardında köy kahvesi onun ardında da İznik gölü yer almakta. Şapkalı kimseler buraya pek uğramıyor olsa gerek, zira hemen dikkatleri üzerimize çekiyoruz yine ve iki amca bizi masalarına çağırıyor. Yanlış anlaşılmasın masa masa dolaşmak ve her masadaki insanları şenlendirmek bizim tarzımız değil. Amca sevimli amcaları kıramadık işte.


Çaylar geliyor ve muhabbete başlıyoruz. Nereden gelip nereye gittiğimizi anlatıyoruz amcalara ve neler yaptığımızı. Onlar da bize tam yerine denk geldiğimizi, İznik' in bize göre bir yer olduğunu söylüyorlar.

Osman amca yıllarca Gaziosmanpaşa Yeşilpınar' da yaşamış - ki dükkanı okullarımıza çok yakın- emekli esnaf. Mehmet amca ise meslektaşımız, emekli matematik öğretmeni. Mehmet amca emekli olmuş falan ama hala öğretmen hala eğitimci. 'Ben şimdi size anlatıcam siz de yazacaksınız ki bu sıraya göre gezin İznik' i diyor ve başlıyor anlatmaya. Hatta zaman zaman içindeki öğretmen yeniden açığa çıkıp not alan Akın' a diyor ki ''Satır başı yap...'' İznik' i çok övdü amcalarımız, Haçlı savaşlarından hem Roma hem Selçuklu hem Osmanlı zamanında önemli şehir olmasından tarihi kalıntılardan falan, ikinci bir Bergama olabilir mi diye düşünmedik değil. Notumuzu aldıktan sonra çaylar için teşekkür edip yola koyulduk. 


İlk olarak Yeraltı Mezarları ve Merdivenli kaya isimli tarihi kalıntıları bulalım dedik ama bulduğumuz şeyle ummuduğumuz şey tamamen farklıydı. Görmesek de olurmuş. Zaten Yeraltı mezarı diye aradığımız damdan bozma yer için araba toza bulandı, yolu bulamadık bir traktörün şoföründen yardım istedik, sonra ıssız bir yerde kendi imkanlarımızla arabayı yıkadık.











Sonra İznik' e geldik ve ikinci bir hayal kırıklığı... Evet tarihi bir yer lakin ne yazık ki burası yeterince değerlendirilememiş turizm için. Müzeyi gezdik içerisinde oldukça değerli parçalar var mesela MÖ 3000 yılına kadar giden küp ile gömülmüş insan kemikleri... Pek çok eserle ilgili hiçbir şeyin anlatılmaması da müzenin ayıbı adeta. Oldukça geniş surlar ve surların kapıları mevcut İznik' te, Yeşil Camii var Candaroğullarından kalma galiba içerisinde hiç çivi kullanılmamış, Aya Sofya Kilisesi var artık cami olarak kullanılan... Bizim göremediğimiz ilk Osmanlı üniversitesi olduğu söylenen İbrahim Paşa Medresesi ki şimdilerde kafe tarzı bir yer olmuş, çini atölyeleri, Roma tiyatrosu, türbeler vs varmış...


















İznik' ten sonra yine o güne kadar yapmadığımız bir şeyi yapıp ilk defa otostopçu aldık arabaya: sınava girdiği için kendilerini üniversiteli sayan iki genç... Heveslerini kırmadık... Orhangazi' ye kadar bize eşlik ettiler.

Yalova' da yol kenarında ev yemekleri satan bir yerde karnımızı doyurduk.



Kocaeli' ne geldiğimizde fondaki şarkıdan birkaç satır:

''Neylesin denizler, neylesin dağlar?
Sen yola çıktın da yol mu kestiler?''


                                        

                                 


Sonrası malum, sonrası İstanbul... Sonrası geri dönüş... Sonrası yeniden yalnızlık...